6 Ekim 2014 Pazartesi

haydarpaşa

şöyle oldu ilk karşılaşma;
babamla birlikte ilk ankara’ya gidişimiz.
ve ben bir yere gitmek nedir bilemeyecek kadar küçüğüm.
önce vapura bindik. denizin üstünde gitmek pek bi fiyakalı.
sonra da o muhteşem şato göründü.
vapur yaklaştıkça büyüdü,
kuleleri, pencereleri çoğaldı,
korktum.
indik,
babam deseydi ki ‘işte budur dünya’, inanırdım, o kadar kocamandı.
içine girdik,
aa, bi baktım içinde bir sürü tren; aklımı kaçırıyordum keyiften.
devlet memuruydu babam, bir mühendis.
o dönem hayatı şantiyelerden şantiyelere yolculuk ederek geçer,
arada beni de yanına alırdı.
her yolculuk koca bir macera, haydarpaşa ise o maceranın görkemli kapısıydı.
tren saatlerine bakılmazdı, babam önce gar lokanta’sına girer oturur, onu yolcu edecek arkadaşlarıyla buluşur,
birlikte rakılarını yudumlarlardı.
cemal süreya olurdu mesela masada, babamın ‘parasız yatılı’ arkadaşı, benim de dayımdı.
haydarpaşa’da kurdukları masalar ta ankara’ya kadar uzardı.
‘önce bu lokanta varmış, sonra da insanlar rahat gidip gelip yemek yiyebilsinler diye üstüne bu garı geçirmişler.’
halbuki bilmezlerdi bildiğimi:
‘tren yolu deniz yüzünden bitiyordu, işte gar aslında bu yüzden yapılmıştı.’
onlar yemek yerken lokantanın bahçesini dolaşırdım, peşimde de beni uzaktan takip eden bir komi.
bahçede güvercin, martı, kedi, tren ve bi sürü hareket eden bavul.
sohbet uzar, tren saatleri tek tek sayılır, hepsi kaçardı.
en sonunda, zaten kendi de geç kalmış bir trene yetişirdik, garsonlar uğurlardı.
tren lokantasında uzamaya devam ederdi o masa.
oyuncak tren içi oyulmuş şatonun içinden çıkar, uzaklaşırdı.
dönüşlerde gar çıkışında karşılaşılan deniz ve seni bekleyen oyuncak vapur olurdu.
babam öldükten sonra da gara ve lokantasına gitmeye devam ettim.
yalnız gitmeyi sevdiğim nadir mekanlardandır.
biraz tek başına sinemaya gitmeye benzer, hüzünlüdür.
çatı yandıktan sonra görmedim. o benim çocukluğuma, gençliğime şahit olmuş bir mekandır.
üstelik sadece beni değil, herkesi tek tek tanır.
belki de istanbullu dediğin, haydarpaşa’yı, galata’yı, kız kulesi’ni bilerek doğuyordur;
tıpkı annesinin memelerini bildiği gibi, olamaz mı?
12.01.2010 / ht pazar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder